12 Mayıs 2013 Pazar

Gizemli Prenses; Anastasia





III. Aleksandr’ın ardından, 1894 de II.Nikolay tahta çıktı ve 1917 yılına kadar Rusya’yı yönetti.

Nikolay, 8 Mart 1917’de Petrograd’da (St. Petersburg) başlayan ayaklanmanın ardından kentin komutanına sert önlemler almasını emrederek düzeni sağlamak üzere destek birlikleri gönderdi. Olayların önünün alınamaması sonucunda Nikolay, ordunun da desteğini alan Duma’nın çağrısına uyarak 15 Mart 1917’de Pskov’da kardeşi Mihail lehine tahttan çekildi. Ancak Mihail’in tacı reddetmesiyle Rusya’da bin yıllık monarşi yönetimi son buldu.

Georgi Lvov başkanlığındaki geçici hükümet döneminde Çarskoye Selo’da gözaltında tutuldu. Ailesiyle birlikte İngiltere’ye gönderilmesi planlansa da daha sonra bundan vazgeçildi. 

Bolşevik İhtilali’nden hemen önce güvenliği için ailesi ile birlikte Batı Sibirya’daki Tobolsk’a götürüldü.Bolşevik İhtilali’nden sonra da Nisan 1918’de de Urallar’daki Yekaterinburg’a götürüldü. Bolşeviklere karşı savaşan Beyaz Ordu kuvvetlerine bağlı Çek Lejyonunun bölgeye yaklaşması ve çarı kurtarmaları olasılığı üzerine, yerel yetkililerin kararıyla, 16/17 Temmuz gecesi Nikolay, eşi Aleksandra kızları Olga, Tatyana, Mariya, Anastasiya ve oğulları Aleksey ile aile doktoru ve üç uşağı hapsedildikleri evin bodrumunda öldürüldüler. Cesetlerin yakıldığı izlenimi vermek için giysileri terk edilmiş bir maden ocağında yakıldıktan sonra cesetleri ormanlık araziye gömüldü.

Tüm dünyada yankı uyandıran bu toplu öldürme olayını bu kadar dramatik hale getiren ise, Çar II. Nikola’nın dünyalar güzeli küçük kızı Prenses Anastasia’nın da öldürülenler arasında olduğunun ilan edilmesiydi. Çarlık rejimine sempati duyan duymayan, Romanov hanedanını seven sevmeyen birçok insan, Prenses Anastasia’nın ölümüne inanamadı. Nitekim fısıltı gazetesi harekete geçmişti ve kısa bir süre sonra Anastasia’nın öldürülmediği, kendisine merhamet eden infazlarda görevli bir asker tarafından ülke dışına kaçmasına yardım edildiği konuşulmaya başlandı.

Aynı yıllar sinemanın da popülerlik kazanmaya başladığı yıllardı ve sinemacılar hemen "masum Anastasia" üzerine irili ufaklı filmler çekmeye başladılar. Bunlar genelde senaristlerin hayal dünyasını yansıtan yapımlardı.

İşte bu karışık yıllarda, zaman içinde birçok insan "Prenses Anastasia" olduğu iddiasıyla ortaya çıkmaya başladı. Bunların birçoğunun yalan söylediği kısa sürede anlaşılsa da, içlerinden bir tanesi kendisinin Prenses olduğuna, hanedanın Avrupa’da yaşayan akrabalarını ikna etmeyi başarmıştı. 1920 yılında Berlin’de ortaya çıkan Anna Anderson adlı bir genç kız hanedanın büyük kısmını ikna etmeyi başarmış olsa da ölümüne kadar hiçbir zaman resmî olarak "Kayıp Prenses" olarak tescil edilmedi. Anna Anderson, 1964 yılında, ABD’nin Virginia eyaletine bağlı Charlottesville’de hayata gözlerini yumarken bile "Prenses Anastasia" olduğu iddiasını tekrarlıyordu.

Otopside bedeninde genç kızken yara aldığı, kemiklerinin kırıldığı, prangalandığına dair izler bulundu. 1990’larda DNA testi yapıldı ama uzak akrabalarıyla karşılaştırma yapıldığı için kimi uzmanlar bu testleri geçersiz kabul ediyor. Daha yakın akrabası sayılacak soylular ise bu testleri yaptırmaya yanaşmadılar. Eğer Anna Anderson’ın bir soytarı olduğu kesinse, Anastasia’nın gerçek akrabalarının DNA testine gelmeyi reddetmesi açıklanamaz bir durumdu. 

Romanov ailesinin bir kısmı, Almanya’da intihara kalkışan ve kurtarılan, sonra da bir akıl hastanesine konan, orada teşhis edilen gizemli kadının grandüşes olmadığını söylemişlerdi. Ancak bunu söylemeleri için ortada çok büyük bir neden vardı, o da Romanov’ların gizli bir şekilde Avrupa’ya taşınan dev serveti.

Romanovlara ait olduğu düşünülen ceset kalıntıları Rusya’da bulundu ama halen daha Anastasia’nın akıbeti kesin değil. Anna Anderson’dan sonra pek çok kişi Anastasia olduğunu iddia etti ama hiç biri Anderson’ın verdiği kanıtları ortaya koyamadı ve hepsi davalar sonucunda yalancı addedildiler.

O dönemde bölgedeki Bolşeviklerin lideri olan Yakov Yurovski’nin, SSCB’nin son yıllarına kadar gizli tutulan kayıtlarından yola çıkılarak, 1991’de cesetlere ulaşıldı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra 1998’de yapılan devlet töreniyle ailesiyle birlikte St. Petersburg’da defnedildi. Çar ailesi, 2000 yılında Rus Ortodoks Kilisesi tarafından Aziz ilan edildi.1 Ekim 2008’de, Rusya Yüksek Mahkemesi Çar ailesinin öldürülmesinin haksız siyasi baskılar sonucu olduğuna, dolaysıyla siyasi cinayete kurban gittiklerine karar verdi ve itibarlarının iade edilmesini kararlaştırdı.